17 Ocak 2011 Pazartesi

Sadece Birkaç Saniye...





Maçın bitmesine bir kaç saniye vardır.İki sayı geride olan takım mola almış ve kenardan top çıkaracaktır.Susuzluktan ağzınız kurumuştur veya tuvalete gitmeniz gerekmektedir ama son hücümü kaçırma korkusu size izin vermez.Belki koşarak bir bardak su içip gelmek de bir seçenektir ancak sabaha karşı beşte bu pek de mantıklı gelmez.Nihayetinde oturup izlemeye karar verirsiniz ki en fazla on saniye sürecektir.

Son topu ''O'' kullanacaktır.Bunu siz de bilmekdesinizdir, binlerce kilometre uzaktaki,karşı takımın koçu da.Ortada cevabı beklenen tek bir soru vardır; O son şut gircek midir?

Hakem topu kenardaki oyuncuya verir,saha içinde bir karmaşa belirir.Zaten ''O'' nu takip etmekte olan gözleriniz,bir an savunmacısıdan kurtulduğunu görür.Gayriihtiyari ayağa kalkarsınız.Dudaklarınız sanki birşeyler söyleyecekmişcesine aralanır,gözleriniz iyice açılır,televizyona bir adım daha yaklaşırsınız ve top O'nun ellerindedir artık. Savunmacı sadece bir adım geride kalmıştır ki bu mesafe gayet yeterlidir.Karşı takımın koçu şimdiden çömelerek izliyordur maçı ve bench ayaktadır.

Artık şuta çıkmıştır ve herşey için çok geçtir.Savunmacı umutsuzca topa doğru uzanır lakin kendisi de bilmektedir bunun bir işe yaramayacağını,belki de dua ediyordur o sırada. Fakat binlerce zıt yönlü dua vardır tam o anda.Tanrı bir seçim yapar.

Siren sesi çaldığında yüzünüzde bir gülümseme oluşur hatta belki de yanlızlığın verdiği rahatlık size çılgın ve anlamsız bir sevinç ritüeli bile yaşatabilir.Biraz sakinleştiğinizde ve adrenalin sizi rahat bıraktığında tekrar televizyona odaklanırsız. Takım arkadaşları O'nun üzerine atlar,O ise mağrurdur çoğu zaman,içindeki çoşkuyu bastırırmaya çalışır anlamsızca,halbuki çocuklar gibi atlayıp zıplamak ister,bazen yapar da.

Karşı takım benchinde başlar ellerin arasındadır,boş gözlerle etrafa bakmaktadırlar,içlerindeki bu şutun sayılmayabileceğini söyleyen inatçı sevimli çocuğu susturamayan birkaçı ise hala skorboarda bakmaktadır.Sinir bozucu bu iyimserlikden de eser kalmaz hakemin işaretiyle.

Boş bir gülümseme kalır bunlardan geriye yüzünüzde,sabaha karşı beş de.Sabah ezanı okunurken,sadece birkaç saniye de olsa O'nun yerinde olmak fikri geçer bir an için akıldan,uçar gider hemen tabi ki .Geri dönmeniz lazım dünyaya.Önünüzde bir hayat vardır yaşanacak,kazanacak,kaybedecek,bazen sadece ümitsizce seyredecek yenilgiyi,bazen de kollarınızı ikiye ayırıp zaferinizi kutlayacak...Uyanmanız gerekiyor kısaca,tabi önce uyumanız gerekiyor biraz.

16 Ocak 2011 Pazar

YA EĞER...


The Truman Show isimli 1998 yapımı filmi çoğunuz izlemişinizdir.İzlemeyenler veya hatırlamayanlar için kısaca anlatayım; Truman(Jim Carrey) doğumu da dahil olmak üzere bütün hayatı,onun için özel olarak tasarlanan sahte bir kasabada,canlı olarak televizyonda yayınlanmaktadır ve o bu durumdan habersiz olarak normal hayatına devam etmektedir.Bu,Truman kendisinden gizlenen gerçeği öğreninceye kadar devam eder.
Bu filmde Truman başroldedir.Sadece filmde değil,hayatta da başroldedir.Tıpkı çoğumuzun, bazımızın farkında olarak, bazımızın da üzerine hiç düşünmeden, hissetiği gibi.Tıpkı dev egolarımızın bize istettiği gibi.
Peki ya o hikayedeki diğer karekterler;Truman'ın kız arkadaşı,en yakın arkadaşı iş yerinde hiç tanımadığı ama yüzüne aşina olduğu adam ne yapmaktadır ?Onunda beraber yaşayagelen bu insanların da birer hayatları var elbet ve gece yatağa girdiğinde bu insanlar bulundukları noktadan dünyayı değerlendiriyor,küfrediyor,seviyor,üzülüyor...Evet Truman'dan çok da farklı şeyler yapmıyorlar aslında.Yaşıyorlar kısacası ve bu bizim için hiç bir şey ifade etmiyor.Peki ya kendilerine...Bu farkın farkındalar mı acaba.?
Peki ya siz hiç düşündünüz mü kendi pozisyonunuz hakkında?Belki de birilerinin muhteşem hikayesinde yoldan geçen bir adamsınız ve yaşamınız boyunca varlığınızın bütün amacı,sahip olduğunuz tek misyon,hikayenin başrolundeki kişi yoldan geçerken o anda arkada olması gereken kalabalığa bir nebzede olsa katkı vermekdir.Belki de bu görevinizi yerine getirdikten sonra yaşamınızın geri kalanı hiç bir şey ifade etmiyordur.
Belki de büyük bir firmada yönetici pozisyonundasınız.Gerçekten çok güzel sizin için.Belki de o kadar da değil.Fight Club filminde de Edward Norton'un çalıştığı yerdeki yönetici,ya da patron daha rahat bir tabirle,genel senaryonun içinde ne kadar önem taşıyor?Onun kendi hayatında verdiği kararlar ne kadar önemli? Daha üst makamda olmanın verdiği güzel his,kendine güven kaç para eder? O sadece Edward Norton'un hikayesinde ufak bir dekor.
Peki ya siz kimsiniz? Kimin harika hikayesindesiniz? Hangi sahnede gözüküyorsunuz? Taksimdeki kalabalıktan birimisiniz, O insanları izlerken ? Yoksa aynı kafede çay içen adammısınız,hani saçları biraz farklı diye akılda bir kaç dakika kalmış olan ? Biraz şanslıysanız belki göz göze bile gelmiş olabilirsiniz hatta tanıyor bile olabilirsiniz O'nu.Yoksa ben O'yum mu diyorsunuz ? Tabiki piyangoda büyük ikramiye çıkması herzaman bir ihtimaldir.Aranızdan bazı çok iyimser olanlar ''herkesin özel bir hikayesi var'' gibi bir düşünceyi akıllarından geçiriyor olabilirler.Ancak sadece bir başrol vardır ve muhteşem çabalarınız en fazla en iyi yardımcı oyuncu ödülüyle taçlandırılabilir ki bir figüran olduğunuz gibi dev bir ihtimali es geçebilirsek.

14 Ocak 2011 Cuma

Mahmoud Abdul Rauf

Mahmoud Abdul Rauf ligimize gelen en özel ve aykırı oyunculardan biriydi.Gerçi kendisi NBA'de de pek farklı sayılmıyordu.92-93 sezoununda kazandığı "en çok geliştirme gösteren oyuncu"ödülünden sonra oyununu daha da yükseltip,müthiş bir şutör haline gelmişti fakat daha sonraları bir maçta Amerikan Ulusal marşında ayağa kalkmayınca zaten o dönem Körfez Savaşı ile doldurulmuş Amerikan halkının iyice tepkisini çekmişti.Kendisi uzun süre Amerikan basınında da tartışıldı.Normalde kendisine ait olması gereken tüm zamanların en iyi serbest atış yüzdesi olan .905 NBA yönetimiyle iyi geçinmediği ve disiplinsiz davranışları yüzünden geçerli sayılmadı.Şu anda bu alanda Mark Price NBA tarihinin en iyisi olarak gözükmekte.
Mahmoud Abdul Rauf tüm bu yaşadıklarından sonra Fenerbahçe'yi tercih etti ve o dönem hepimizin hatırladığı Zan Tabak,Conrad Mcrae,Marko Miliç,İbrahim Kutluay'lı kadroya dahil olup o sezonun Avrupa şampiyonu olacak Zalgiris Kaunas'ı İstanbul'da ki  ilk maçta paramparça etti.Ancak zaman geçtikçe kendisi burada da  sorun çıkarmaktan geri kalmadı.O zamanlar Fenerbahçe'nin koçu olan Halil Üner kendisini antreman saatlerinde camilerden topladıklarını söylüyordu.Takım içinde de tartışmalar yaşamaktan geri kalmıyordu.Bunun en büyüğünü de İbrahim Kutluay ile yaşayınca kendisiyle yollar ayrıldı.Daha sonra Yunanistan'da şansını denese de her yer de kişilik sorunları ortaya çıkıyordu.Hepten kendisini İslam'a verdi,Mississipi'de imamlık yapıp,bazı üniversitelerde İslam üzerine konuşmacı olarak görev aldı.Şu anda kendi sorunlarını ne kadar çözmüş olduğunu bilemeyiz ama zamanında Utah Jazz'a karşı 9 üçlük ve 51 sayı attığın maçı unutmak mümkün değil.O maçın görüntülerinde şuta ne kadar hızlı kalktığını ve ne kadar iyi bir şutör olduğunu bir kez daha görüyoruz.

11 Ocak 2011 Salı

Tek Olmak

Yalanların arasında aşk yalanı kadar sinsi olanı yoktur.Bizi her yönden tamamlayacak birinin biryerlerde yaşadığına dair baştan çıkarıcı ama çocukça fikir;bizi tamamlayacak biri.Tabi bu yanılsama bizi kendi içimizde ve kendi başımıza tamam olmaktan alıkoyar.Hatta sonunda bizi yetersizliklerimizi,kusurlarımızı hor görmeye teşvik eder.Oysa insanlığımız burada yatar.O insan ki,Onsuz bir hiç olurduk.

9 Ocak 2011 Pazar

Rodney Rogers ve Hayat



Kendi oynadığı dönemin en özel oyuncularından biriydi Rodney Rogers.Wake Forest Üniversitesini bitirdikten sonra 1993 yılında Denver Nuggets tarafından seçildi.Boyuna göre çok iyi bir ribaundçu,fiziğine göre de çok iyi bir şutördü.2000 yılında da Phoenix Suns'ta oynadığı dönemde en iyi 6.adam ödülünü kazanmıştı.Daha sonra birçok takıma gitti güzel maçlar çıkardı lakin malesef geçirdiği bir kaza sonucunda boynundan aşağısı felç kaldı.Artık yeni yaşamına alıştığını ama hala değnekle de olsa yürümek istediğini ve bunun için dua ettiğini söylüyor.Umarız bütün arzularına tekrardan ulaşır deyip belkide kendi kariyerinin en özel anı olan Utah Jazz'a 9 saniye de 9 sayı attığı videoyla yazıyı bitirelim.

8 Ocak 2011 Cumartesi

İzmirli Olmak ve Ayrıcalık

Şimdi başlığa bakarak eminim ki işte gene bir İzmirli kendini övücek diyorsunuz lakin durum bu sefer biraz farklı.Doğma büyüme İzmirli biri olarak,çocukluğumdan beri öncelikle mütevaziliği ile tanıdığım şehrimin insanının son yıllarda inanılmaz bir şekilde narsist olduğunu görüyorum.Paylaşım sitelerinde olsun ya da da tv ve gazete de herkeste aynı laf "Özeliz çünkü biz İzmirliyiz".İşin kötü tarafı ben bunları söyleyen insanların sadece üniversite için hayatında ilk defa İzmir'e gelip sonradan burada kaldığını biliyorum ya da iş hayatı için buraya yerleştiklerini.Gel gör ki kendilerini özel hissetmeleri gerekiyor anlaşılan lakin bir İzmirlinin özelliği kendini övmesi değil,başkalarının onu övmesidir.Kendi kendini çağdaş,çok akıllı,hayatta ve siyasette en bilgili olduğunu iddia eden birine hangi şehirli olursa olsun ne  kadar katlanabiliriz acaba?
İnsanların bize gösterdikleri oldukları şey mi yoksa olmak istedikleri mi?İnsan düşünmeden edemiyor.

Earl "The Goat" Manigault


Basketbol adına birçok film izledim ama sanırım izlediklerim arasında benim için ilk sırada olan ünlü sokak basketbolcusu Earl  Manigault'un yaşam hikayesini anlatan Rebound: The Legend of Earl "The Goat' Manigault olduğunu söyleyebilirim.1996 yılında HBO kanalı tarafından 
TV'ye özel olarak hazırlanan
bu filmde The Goat'u Don Cheadle canlandırıyor.
Don Chadle'a eşlik eden ünlü oyuncularda yok değil.Bunlardan biri de Oscar ödüllü aktör Forest Whitaker.
Filmde Wilt Chamberlain'i de Kevin Garnett'ın canlandırdığını hatırlatalım.

Maçı bıraksalarda olurmuş...

Shay Shine'dan müthiş smaç....

Öyle bir geçer zaman ki...





Sene 1983.Yani tarihin gördüğü ve görmüş olabileceği en büyük sporculardan Michael Jordan'ın 20 yaşında North Carolina'da coğrafya üzerine eğitim aldığı dönemler.Her ne kadar kendisi Ucla ve Virgina üniversitelerinden geri çevrilmiş olsa da üniversite zamanlarını mutlu,mesut geçirmişe benziyor.

Arınmak...


Tanrım!
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek, zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak ve yalan söylememek için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen, mutluluğumu alma.
Eğer bana güçler verirsen, beni muhakeme yeteneğimden
Eğer başarı verirsen, beni alçakgönüllüğümden
Eğer bana alçakgönüllülük verirsen, beni saygınlığımdan yoksun bırakma.
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et.
Benim düşüncelerime katılmıyorlar diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak, onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini sevmeyi  ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğumda sarhoşluğuna izin verme,
Başarısız olursam umutsuzluğa düşmeme.
Başarısızlığın başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.
Hoşgörünün, güçlerin en büyüğü olduğunu ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünümü olduğunu öğret bana.
Eğer beni paradan yoksun bırakırsan bana umudu   ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan, başarısızlığı yenebilmek için bana irade gücünü bırak.
Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan inancın lütfunu bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücü ver bana,
Ve eğer insanlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücü ver bana.

Tanrım,
Eğer seni unutursam, sen beni unutma !
                                                                                                                                                           Mahatma Gandhi

Blake Griffin'den Nağmeler!

Bu sezon belkide çaylak sezonunda Vince Carter'dan bu yana smaçlar konusunda bizleri en çok heyacanlandıran Blake Griffin'in 2010 yılına ait en güzel haraketleri...

7 Ocak 2011 Cuma

Bu ne benzerlik...




Hayatın komikliklerini bazen basketbolda da görmek gayet mümkün.Bir tarafta en büyük müzik üstadlarından Sergei Rachmaninov,diğer tarafta popülist kültürün önümüze koyduğu Justin Bieber.Basketbol bakış açısıyla da bir tarafta birçok kişiye göre gelmiş geçmiş en iyi 4 numara,4 NBA şampiyonluğu yaşamış,3 kere finaller MVP'si olmuş Tim Duncan,bir tarafta da medyanın bize sunduğu hayali kahraman,kendini "the chosen" yapan Lebron James.İnsanlar gerçekten kendilerine sunulanı mı alıyorlar yoksa gerçekten kendilerine ait bir zevkleri ve hakkaniyetleri var mı bilemiyorum ama Lebron James'in Facebookta 5 milyon hayranı varken,Tim Duncan'ın 40 bin hayranı olmasını sanırım kaldıramıyorum.Sergei Rachmaninov'un 82 bin hayranı varken,Justin Bieber'in 18 milyon hayranı olmasını kaldıramadığım gibi.

Herkese Selamlar

Evet,bugünden itibaren en sonunda uzun zamandır kafamda olan ama bir türlü hayata geçiremediğim bloğu bugün yayınlamaya karar verdim.Blog'ta sadece basketbola bağlı kalmamaya karar vermemin en başlıca sebebi hayatın ve basketbolun birbirine olan benzerliği oldu.
Yapılan her maç yaşanan bir hayat gibidir.Kendi içinde bir sürü dinamikler gösterir.Hayattaki gibi düşüşleri ve çıkışları yaşarsınız.Kimisinin hayatı sıkıcı bir maç gibidir,kimisininki de yıllarca anlatılır.Hayata dair ne varsa elimizde biz insanların sahip olduğu;kıskançlık,nefret,paylaşmak,acı,sevinç,gözyaşı,inanç,inançsızlık,çaresizlik,başkaldırı,korkaklık ve cesaret hepsini 26x  14m alanda izleyebilirsiniz.Basketbolu güzel yapanda budur.Kimi basketbolda yaşamı görür,kimi de yaşamda basketbolu.